Ali ÜNSAL
aliunsal@salihtas.net
DİCLE KÖY ENSTİTÜSÜ
02/03/2019
 

Köy Enstitüsü’ nün ilk müdürü Nazif Evren, Enstitü’nün kuruluşunu şu
kelimelerle dile getirmişti ( Evren,1998: 83 87):
“1944 Haziranıydı. Zülküf Dağı’nın eteğinde, bu dağdan inen suların yarık yarık ettiği toprağı, içindeki sinekli Dicle bataklık gözesi ekilip biçilemeyen ve tekin sayılmayan Hoşot Ovası’ndaydık.

  Elimizdeki tek malzememiz olan ve Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü’nden
devren gelen iki öküz, iki at, hem öküzlerin hem de atların koşulabileceği bir araba ile sonu meçhul bir maceraya atılmıştık. 54 Elimizde, enstitünün  yapım planını gösteren 223 sayılı tebliğler dergisi, bakanlığın 50.000 liralık ödeneği ve enstitünün kuruluşuna yardım için geleceği bildirilen Çifteler, Kızzılçullu, Gönen, Pazzarören, Cılavuz, Hasanoğlan ve Akçadağ Köy Enstitüsü’nden öğrenciler vardı. Yardıma geleceği bildirilen yedi ekipten şimdilik sadece Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü ekibi gelmiştir.

  Ergani istasyonundan 600 metre kadar uzaktaki 850 dekarlık arazide Dicle Köy Enstitüsü kuruluş macerası başladı. Kazmalarımızı öncelikle içine girilip oturulabilecek ve ders yapılabilecek kapalı bir alana, bir yaşam alanına sahip olabilmek için vurduk. Tepemizde sarı saçlarıyla bize gülümseyen, akşama kadar bizi yalnız bırakmayan sıcak bir güneş vardı.      Hoşot ve Gevran Ovası’ndan esen yeller, güneşin yakıcı ve kavurucu sıcağını yüzümüze çarpıyor; fırından yeni çıkmışçasına yakan bu sıcaklığı Tilhuzur Köyü’ne doğru götürüyordu. Kavrulmuş ve kararmış yüzümüzden umut, sıcağın çatlattığı dudaklarımızdan yöresel türküler ve tebessüm eksik olmuyordu.

  Şimdi yedi enstitüden gelen yedi ekibimiz de aramızdaydı. Gücümüze güç, cesaretimize cesaret, umutlarımıza umut katmışlardı. Yiyeceklerimizi Akçadağ’dan gelen öküz arabasıyla Ergani’den sağlıyorduk. Odun ve kömür alabilecek kadar paramız yoktur. Akçadağ Köy Enstitüsü’nün yaptığı çardağın altında yemeklerimizi etraftan topladığımız çalı çırpılarla
pişiriyorduk.

  Eğitime olan inancın bize verdiği gücü, Çifteler’den aşçı Kadir Usta’nın
hazırladığı yemeklerle daha da arttırıyorduk. Her yönden güçlü olmalıydık. Çünkü yokluktan bir varlık meydana getirmeye çabalıyorduk. Bir eğitim enstitüsü yani bir gelecek hazırlamak gibi zor bir görev üstlenmiştik. Pazarören Köy Enstitüsü ekibinin yaptığı hamam devreye girene kadar banyo ihtiyacımızı yakınımızdaki istasyonda lokomotifin suyunu veren bir kuyudan karşıladık. Kuyunun suyu sıcaktı ve her gün bir ekip yıkanıyordu.

 Yontma taştan kapı pencere pervazları ve derz ile süslü duvarlarıyla gün be gün yükselen enstitünün yanında ona paralel olarak çorak toprakta hızla yeşilleniyordu. Ekipteki bayan öğretmen ve öğrenciler duygusallıklarını, inceliklerini enstitünün civarına diktikleri
ağaç fidanlarına ve rengarenk çiçeklere yansıtmışlardı. Fidanlara ve çiçeklere suyla beraber sevgilerini de veriyorlardı.

   Evet, sevgi ve ulvi bir duygu. Önünde ne durabilmiş ki çorak
toprak çoraklığından inat edebilsin. Sıtma aleti ve tombul karınlı sivrisinekler bize alışık olduğumuz sivrisinek sesi gibi vız geliyordu.    Ekmeksizlik, katıksızlık bizi korkutmuyordu. Çünkü biz korku ölçütümüzü
ekmeksizliğe değil emeksizliğe bağlamıştık. Kumumuz, çimentomuz yoktu ancak ummanlar gibi bitmez tükenmez sevgimiz, tuğlaları birbiriyle ayrılmazcasına bağlayan yüreğimiz vardı, inancımız vardı. Kana kana içebileceğimiz bilgilerimiz, kitaplarımız, dergilerimiz vardı. Yumuşak yataklarımız, ipek elbiselerimiz yoktu, ancak herkesle paylaşabileceğimiz yıldız yorganlarımız, ana kucağı gibi yumuşak toprak döşeklerimiz, ottan yastıklarımız vardı. Umutlarımız vardı. Okuyacak ve okutacakların yetişeceğine olan inancımız, umutlarımız
vardı.

SN.GÜNEŞ AKHAN'IN YÜKSEK LİSANS TEZ'İNDEN ALINTIDIR.



1247 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları